Yeşilköy, Kolera ve Balkan şehitleri

Pandeminin hemen başında inşa edilen Prof.Dr.Murat Dilmener Hastanesi Yeşilköy'ün salgın hastalıklarla ilgili geçmişini de bize yeniden hatırlattı. İşte Yeşilköy'ün salgın hastalıklarla yazılan çarpıcı tarihi.

Tarihin tekerrürü müdür yoksa Yeşilköy’ün kaderi midir bilemem lakin, günümüzde salgın hastalıklarla mücadele için hizmet veren Prof.Dr.Murat Dilmener Acil Durum ve Pandemi Hastanesinin Yeşilköy’de hizmete girmesi bana, 1912 yılında Balkan harbi esnasında salgın hastalıklar dolayısı ile yine Yeşilköy’de açılan “Yeşilköy Tahaffuzhanesi (Salgın Hastalıklar için Sağlık Tesisi)’ni hatırlattı.

İlk Hristiyan şehidi olarak kabul edilen Ayestefanos’un kemiklerinin Vatikan’a götürülürken çıkan fırtına sebebi ile Yeşilköy’de 15 gün kalması ve bundan dolayı Yeşilköy’ün ilk isminin Ayestefanos olması bir anlamda bu yerin tarihi başlangıcını ölümle pekiştirmişti. Günümüzde marinasıyla, deniziyle, feneriyle ve birçok inanışın merkezi olmasıyla ünlü Yeşilköy’ün tarihinde birçok olay yaşandı; lakin Balkan harbindeki gibi acı bir olay tarihe not düşülmedi.

Kolera Kızılay Çadırları

1912 senesi 28 Eylül’de başlayan Balkan harbindeki salgın hastalıklar, cephedekinin 7 katı can kaybına neden olmuş, tifo, kolera gibi bulaşıcı hastalıklar sivil, asker, din ve milliyet gözetmeksizin 10 binlerce insanın ölümüne neden olmuştu. Balkan harbine katılan Alman Binbaşı G. v. Hochwaechter’in Yeşilköy’de bulunduğu günlerde savaş günlüğüne not düştüğü şu satırlar durumun vahametini bir nebze olsun tahayyül etmemize vesile olacaktır.

Yeşilköy Tren İstasyonu

“16 Kasım Cumartesi,” “Her yerde bitip tükenmek bilmeyen bir inilti...”

“Arsalar, ganimeti paylaşmak için birbirleriyle çekişen akbaba ve köpek sürüleriyle dolu. Hava kirlenmiş, bütün arazi ölü tarlası. Bu manzaraya artık tahammül edemeyeceğim!”

“Hiçbir yerde su bulunmadığından askerler pis su birikintilerini içiyor; birlikler çok zayıflamış durumda, sefalet içindeki bu insanlar bulaşıcı hastalıklara, yağmura, soğuğa ve açlığa artık uzun süre dayanamazlar. Açlıktan baygın düşmüş olanlar da kolera hastası kabul ediliyor; çoğu kez adamın üzerine, gerçekten ölmüş mü diye muayene edilmeden kolera kireci dökülüyordu. Kireç, adamın çukura kaçmış gözlerini yakıyor, biraz daha yaşamak isteyenler dehşetle etrafına bakınıyordu ama ancak bir dakikacık kadar… Kaynak 1([Binbaşı G. v. Hochwaechter], Türklerle Cephede, ss. 51-52.)