Spor Deyince

Ülke olarak spor akla geldiğinde, hemen futbola odaklanıyoruz. Bu seçimin pek çok gerekçesi de var aslında. Bir kere, futbol oynayabilmek; çok kolay ve çok ucuz...

Sadece bir top, birkaç taş ve boş bir arazi bile bunun için yeterli. Diğer taraftan medyatik; yani, en üst kategoriye, ülkemiz için süper lige ulaşıldığında, adınız neredeyse ezberleniyor. Ve tabi ki getirisi çok yüksek. Bu nedenle son yıllarda aileler, artık; “Ben futbol oynamak istiyorum” diyen oğullarına ve hatta kızlarına destek olmaya başladılar. Spora yönlendirilen herhangi bir bireye yapılan bu destek paha biçilemez olsa da, diğer taraftan, bunca ilgiye rağmen, lisanslı futbolcu sayımız neredeyse Almanya’da yaşayan Türk kökenli lisanslı oyuncu sayısı kadar. Daha da ötesi, ülkemizdeki lisanslı futbolcu sayısı, Almanya’daki toplam lisanslı futbolcu sayısının 6-7’de biri kadar. Türkiye Futbol Federasyonu eski başkanlarından Mahmut Özgener, bir röportajında bu gerçeği dile getirmiş ve demişti ki: “Biz insanımızın ancak yüzde 0.29'unu futbol oynatabildik. Bu rakam ile 52 Avrupa ülkesi arasında 49'uncuyuz”. Bu sözlerin üzerinden çok değil sadece 10 sene geçti ve söyledikleri büyük oranda güncelliğini koruyor. Futbol; ülkemizde 1900’lü yıllarında başından itibaren oynanmaya başladı. İlk denemeler daha mahalli olmasına rağmen, hemen ilgi çekmiş, önce İstanbul Ligi, sonrasında ise ulusal lig oluşturulmuştur. Profesyonel liglerin başlama tarihi 1959 yılı olmasına rağmen, futbol ülkemizin en popüler sporu olmayı başarmıştır. Diğer taraftan 100 seneden fazla bir zamandır oynandığı halde, Avrupa’da ve dünyada elde ettiğimiz kulüp başarıları yalnızca; 2000-UEFA Kupası-Galatasaray ve 2000-UEFA Süper Kupası-Galatasaray’a ait olanlardır. Bunun dışında kalan sıralamalar ne yazık ki, yarı final ya da çeyrek finalden öteye geçmedi. Üstelik pek çoğunun bir sürekliliği de olmadığından, bir sezon çeyrek final oynamayı başarmış bir takımımız, sonraki sezonun ilk turunda ve hatta eleme turlarında Avrupa Kupalarına veda etti.

Özetle ve ne yazık ki; istikrarsızlık en büyük istikrarımız olmuş durumda. Türkiye’de, takım sporları denilince veya spor denilince akla sadece futbol gelmesine rağmen, gerek kulüpler gerekse milli takımlar düzeyinde basketbol ve voleybolda çok daha başarılı sonuçlar elde ettik. Sadece basketbolda kazanılan Avrupa Kupası sayısı 7’yken, bu sayı futbolda yalnızca 2. Üstelik bu kupaların 3’ü futbolun Şampiyonlar Ligi seviyesinde. Oynanan ve kaybedilen, finaller, yarı finaller ile Türkiye, basketbolda sözü geçen bir ülke konumuna geldi. Basketbolda, 90’lı yılların başından itibaren erkeklerde Efes ile başlayan Avrupa kupası başarıları, Tofaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş basketbol takımları ile devam etmiş, kadınlarda Galatasaray, Fenerbahçe, Kayseri, Hatay BB, Yakın Doğu Üniversitesi gibi pek çok takımımız ülkemize finaller ve kupalar kazandırmıştır.

Bir Avrupa kupası tarihinde, üstelik Şampiyonlar Ligi olan Euro Lig’de, iki kadın Türk takımımız -Galatasaray ve Fenerbahçe- final oynama başarısını göstererek, daha maça çıkmadan kupayı Türkiye’ye getirmeyi garanti etmişlerdi. Diğer taraftan voleybolda da benzer, hatta çok daha başarılı bir ivme yakalandı. Son 5 yıldır neredeyse finale kalamadığımız yıl bulunmuyor. Son 10 yıldır ise 4’lü finallerde en az 1 takımımız mutlaka yer alıyor. Yalnızca içinde olduğumuz seneye, yani 2018’e dahi bakmak yeterli. Hem erkeklerde hem de kadınlarda Ziraat Bankası ve Eczacıbaşı ile voleybolun Avrupa Liginde, diğer bir deyişle UEFA Kupasında final oynayacağız. Eczacıbaşı, Fenerbahçe, Vakıfbank, Halkbank, Ziraat Bankası ile sadece Avrupa değil, Dünya Kulüpler Kupası şampiyonlukları da elde ettik. Kazanılan kupa sayısı toplamda hem futboldan hem de basketboldan fazla. Sadece Vakıfbank’ın kazandığı kupa sayısı basketbolla aynı, yani 7. Üstelik Vakıfbank; 2013 yılında sadece ülkemizde değil dünyada hiçbir rakibine yenilmeden, 5 farklı kupayı alma başarısını gösteren tek takım! Ve yine Vakıfbank, üst üste 73 maçını kazanarak, en çok maç kazanma rekoruyla Guinness Rekorlar Kitabına, hem kendi adını, hem de ülkemizin adını yazdırmayı başarmış. Hal böyleyken voleybol denilince akla, sadece Avrupa’da değil, tüm dünyada ülkemizin ismi ilk sıralarda geliyor. Ülkemiz voleybolda, özellikle kadınlarda; takip edilen, izlenen ve ötesinde gıpta edilen lider bir ülke konumunda. Düşünsenize, futbolda; bahsi geçen başarıların sadece yarısını yakalayabilmiş olsaydık, yer yerinden oynamaz mıydı? Basketbolda ve voleybolda onca başarıya rağmen, medyanın en çok takip ettiği spor branşının hala futbol olması da farklı bir ikilem değil midir? Üzücü olan şudur ki, sadece sporseverler değil medyanın kendisi de, kupa alındığında ya da final oynandığında hatırlıyor voleybol ve basketbolu. Şayet; bu sporlara, daha fazla yer, zaman ve haber ayıracak bir medya oluşursa, sahip olduğu etki alanı ile bu branşlarda, marka ve lider ülke olmanın adımlarını sürdürebilir kılmak çok daha kolay mümkün olacaktır.

Gökhan Esen

Yorumlar