‘’Yangın bekliyorduk’’
Şehirde, daha da dehşet verici hikâyeler yayılmaya başladı ve mahalde yapılan ziyaretler bunları doğrular mahiyetteydi. Manisa’dan geçen bir Fransız subayı, o güzelim şehrin harabeye döndüğünü, süngü darbeleriyle delik deşik edilmiş kadın ve çocuk cesetlerini gözleriyle görmüştü. Bu arada, düzenli birlikler İzmir’i tahliye ediyor, Kemalistler süratle ilerliyorlardı. 8’i 9’a bağlayan gece çok kritik, Yunanların son gecesi idi. Yangın bekliyorduk; bununla birlikte kayda değer bir şey olmadı.
Yunanlılar 9 kişilik yepyeni limuzini 12 Türk lirasına sattı
Yunan yağmacılar, Kemalistlerin gelmesiyle birlikte ganimetlerini gülünç paralar karşılığında hemen satıverdiler. 9 kişilik yepyeni bir limuzin 12 Türk Lirasına (84 Frank), bir İzmir halısı…, bir inek 1 Liraya, bir deve 20 Kuruşa (1 Frank 50) gitti. At, eşek ve katırlara gelince hemen hiçbir değerleri yoktu çünkü Yunanlar tarafından terk edilen bu binek hayvanları, sokaklarda başıboş geziyorlardı.
Ermeniler Türkler İzmir’e girdiklerinde üzerlerine bomba attı
Türkler, çok sakin ve barışçı bir edayla İzmir’e varmışlardı. Amiraller, konsoloslar ve dahi bizler, kötü bir rol sergilemek ve artık insanları katletmek istemediklerini göstermekten yana olduklarını düşünüyorduk. Ancak Ermeniler, Türkler İzmir’e girdiklerinde onların üzerine el bombaları attılar. İzmir’e ilk giren alayın kumandanı Şerafettin Beyin altında üç at öldü, bizzat Şerafettin Bey iki kez yaralandı. Evlerin üzerinden ateş ediliyor ve askerler yaralanıyordu. Bu, barutu ateşleyen kıvılcımdı.
Yangın sistemli olarak örgütlendi
İçimde şehrin tamamı yanacakmış gibi bir his vardı. Ateş çok yayılıyordu. Evimiz sanki muazzam bir havai fişekle aydınlatılmıştı. Şehrin şimdiden alev alev yanan büyük bir kısmının arz ettiği manzara, acıklı bir güzellikteydi. Saat 11.15’te, yangının mahallemize ulaştığını gördüm. Kara bir toz gözlerimize ve ağzımıza doluyor, kıvılcımlar başlarımızın üzerine düşüyordu; daha şimdiden, nefes alınamaz bir hava vardı. Sokak, kaçan sığınmacılar, kimi yerde ancak küçük bir geçit bırakan arabalarla dopdolu, tıkanmıştı. Süngü takmış birçok Türk askeri, bize bakıyorlardı. Onlardan biri: “Yassak!” diye bağırdı, yani “Geçemezsiniz!”. Bahriyelilerimiz, süngülerini öne doğrultarak: “Fransa!” deyince Türkler geçmemize izin verdiler. Şalupalara bindik ve bir kıvılcım yağmuru altında (Bunlar, yangın bombaları ya da evlerle birlikte infilak eden cephanelerden çıkıyordu.), yanan İzmir’in arz ettiği tarifsiz manzarayı seyretmek için güvertesinden ayrılmadığımız “Jean Bart”a ulaştık. Ne seyir ama! Yangının sistemli olarak örgütlendiğini anlıyorduk. Aynı anda birden ortaya çıkan yangın odakları vardı ve bunlar bir çember meydana getirerek birleşiyordu. Önce görünen mavi alevden, kundakçıların mahalleyi petrolle suladığını da anlıyorduk.