İşte FETÖ'nün kararttığı hayatlar...

15 Temmuz darbe girişiminin ardından FETÖ’nün cemaat maskesi arkasına sakladığı şeytani yüzü bütün Türkiye tarafından görülmüş oldu.

15 Temmuz ihanet gecesinde acımasızca şehit edilen güvenlik güçlerimizin ve vatandaşlarımızın ailelerine ve sevdiklerine çok büyük acılar yaşatan, birçok vatandaşı geri dönüşü olmayacak şekilde gazi bırakan kanlı terör örgütünün acımasızlığı, her geçen gün devasa boyutlara ulaşıyor. Sadece kanlı darbe girişimi gecesinde değil var oldukları her saniyeyi ihanet ve vatandaşların özgürlüklerine müdahale ile geçiren kanlı terör örgütünün ülkede yaptığı tahribat yurdun dört bir tarafında gelen insan hikâyeleriyle gün yüzüne çıkıyor.

Devletin hemen her kademesine sızıp buralarda tahribatlara yol açan, kendilerinden olmayanları sindirerek kanser gibi yayılmaya çalışan bu terör örgütünün en sinsi ilerlediği kurumlardan biri şüphesiz Türk Silahlı Kuvvetleri oldu. TSK’da gerçekleştirdikleri sindirme ve yok etme operasyonlarının en büyük şahitleri de kuşkusuz kendilerinden olmadığı için FETÖ terör örgütünün hedefi olan askeri öğrenciler…

Hemen her gün askeri okullarda yaşanan işkencenin, baskının anlatıldığı hikayeler gündeme bomba gibi düşerken FETÖ’nün hayatları mahvetmedeki ustalığı da insanları hayrete düşürüyor. Hikayesini AjansHaber’le paylaşarak sesini ve hain terör örgütünün ihanetini tüm ülkeye duyurmak isteyen Murat Özdemir FETÖ’nün kurbanlarından sadece biri.. Biz de bu hain yapılanmanın çirkin yüzünü bir kez daha göstermek ve ülkenin nasıl bir tehditten kurtulduğunu göstermek adına Murat Özdemir’in hikayesini sizlerle paylaşıyoruz…

İşte Murat Özdemir’in AjansHaber’le paylaştığı, hem kendisinin hem ailesinin yaşadığı zor anları anlattığı o hikayesi…

Biz sesimizi çok daha önceden duyurmaya çalıştık. İnanın çok uğraştık. Ancak sanırım o zamanlar sesimizi duyurmamıza bir takım kişiler engel oldu veya dinlenmedik. Umursanmadık. Şu anda olduğu kadar o zamanlar sahip çıkılmadık. Şahsen yazmadığım, başımdan geçenleri elimden geldiğince anlatıp sesimi duyurmaya çalışmadığım tek bir kişi kalmadı neredeyse. Çeşitli kurumlara yazılar yazdım. Birçok avukatla görüştüm. Lakin hepsinin bana söyledikleri tek bir şey vardı. “Sen imza atıp istifa etmeseydin belki bir şeyler yapabilirdik.”

Dedim ya umursanmadık. Sahip çıkılmadık. Şu an sesimizi duyurmanın tam zamanı.

Biz vatan ve millet aşkıyla dolu gençler olarak, onların 15 Temmuz’daki darbe girişiminde yer almayıp, verecekleri emirlere biat etmeyecektik. Onlar bunu istiyorlardı. Açık sözlü olmayan, düşünemeyen, verdikleri emirlere mutlak itaat edecek, sorgulamayacak insan istiyorlardı.

“TEKER TEKER AYRILMAK ZORUNDA KALDIK”

Sonuç ne oldu derseniz, biz onlardan olmadık. Üzerimizde oynanan oyunlara bile tahammül ederek, onlar için, bizim üstümüzdür diyerek, omzundaki Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na mensup olduğunu gösteren rütbeye binaen ne saygısızlık ettik ne de üzerimizdeki üniformaya aykırı bir hareket içinde bulunduk.

Ama hepimiz teker teker ayrılmak zorunda kaldık. Hepimiz o şerefli yuvadan ayrılırken orada çocukluk hayallerimizi de bıraktık.

2006 yılıydı benim için, Heybeliada’daki Deniz Lisesi Komutanlığı’nı kazandığım tarih. Aklımda o şerefli beyaz üniformayı giymek var hep. Annem ayrı olmak istemiyor. Gözleri yaşlı. Daha 14 yaşındaki oğlu idealleri için kendisinden ayrı yaşamak zorunda. Sadece haftasonları görebilecek oğlunu, o yüzden istemiyor. Ama ailem de akrabalarım da gururlu. Çünkü evin büyük çoçuğu, anneannesinin en büyük torunu asker olacak. Denizci olacak.

1 ay intibak kampı var. 1 ay boyunca ailemizi göremeden onlardan ayrı olan bizler, 1 ayın sonunda ailemizle görüşebileceğimizin söylendiği gün koşa koşa ailelerimizin yanına gidiyoruz. Annemin gözleri yine yaşlı. Ama bir yandan da gülüyor “Ne kadar da yakışmış” diyor.

Deniz Lisesi boyunca o kadar şey öğreniyorum ki. Vatan sevgisi ve silah arkadaşlığı, birlik ve beraberlik duygusu, ailenden bile daha çok gördüğün bu silah arkadaşlarınla sıkı sıkıya bağlı olman gerektiği, ilerde omuz omuza o kardeşlerinle bu vatanın denizlerini beraber koruyacağın duygusu, astlık üstlük hukuku, Deniz Kuvvetlerinin örf ve adetleri...

4 yıl çok çabuk geçiyor. 2010 yılında Deniz Harp Okulu’na başlıyorum. Yeni bir yer, yeni bir ortam, 4 sene askeri lisede beraber okuduğum arkadaşlarımdan ayrı olarak sivil liseden mezun olarak gelen yeni arkadaşlar...

Çabuk alışıyoruz, kaynaşıyoruz. 4 sene beraber okuduğun, haftanın en az 5 gününü beraber geçirdiğin arkadaşlarınla berabersin nasıl olsa. Harp okulunun intibak sürecindeyiz. Yeni gelen arkadaşlardan sorumlu birkaç kişiden biriyim. Okula yerleşmelerine yardım ediyorum, bavullarını taşıyorum odalarına, yapılacakları anlatıyorum, bildiğim şeyleri paylaşıyorum. Onlar benim silah arkadaşlarım olacaklar. Askeri eğitimler oluyor intibak kampında, bize lisede öğretilenlerin hepsini görüyoruz. Bu arada yeni katılan arkadaşlarımıza da selam nasıl verilir, kime verilir, esas duruşta nasıl durulur gibi bizim lisede 4 senede gördüğümüz, aldığımız bilgileri 1 aylık intibak kampında arkadaşlara öğrenebilmeleri için yardımcı oluyoruz. Kardeşlik duygusu içindeyiz. Öyle ki askeri eğitimde yürüyüş yapıyoruz, yeni gelen arkadaşlar bocaladıkça tüm sınıf yürümeye devam ediyor. Onlar yapamayınca tüm sınıf yapamamış gibi yürüdüğümüz yerde tur atmaya devam ediyoruz.

AYRIMCILIK BAŞLIYOR…

1 ay bitiyor. Biz sanıyoruz ki artık yolumuza beraber devam edeceğiz. Ama öyle olmuyor. Başımızdaki harp 4 öğrencisine veya subaya göre bir suç işlediğimizde, aynı suçu işlediğimiz halde benim savunma almam onların almaması veya beraber savunma almamız ama cezaların farklı oluşu gibi durumlarla karşılaşıyoruz. Neden? Çünkü onlar yeni gelmiş bilmiyorlarmış biz 4 senedir askeri lise okumuşuz bilmemiz lazımmış. Daha ayrımcılık burada başlıyor.

Deniz Harp Okulu’na başladığımızda bize 120 disiplin puanı veriliyor. İlk 2 senemi bu ve benzeri olaylar yaşayarak 105 puanla derslerimde sorun yaşamadan başarı ile tamamlıyorum. 3. Seneme 105 puanla başlıyorum fakat okulda bulunan bölük ve tabur komutanı olan subayların değişimi, giderek artan ve üzerimizde hem gündüz hem de geceleri olan psikolojik baskılar, subayların yanlı ve önyargılı kararları, farklı muameleleri, haklı olduğunuz halde söz verilmediği için kendinizi savunamayışınız en üst seviyeye ulaşıyor. Öyle ki, 3 arkadaş yan yana yürürken yanından geçtiğimiz bir üst sınıfa selam verdiğimiz halde (kendisi bizimle aynı istikamette, kafası eğik yere bakarak yürüyor ve arkasından gelip biz onu hızlı yürüdüğümüz için geçiyoruz) o “Bana neden selam vermediniz?” diyor. Selam verdik diyoruz ve bize verdiği cevap “Ben neden görmedim?” Yere bakarak yürüyordunuz şekilde bir açıklama yaparak kendimizi savunmaya çalışıyoruz fakat bize dediği son şey “Ben size neden iftira atayım?” Bunun sonucunda bizim selam vermediğimize dair bizi rapor etmesi ve bizim savunma almamız... Ne dersek diyelim bölük komutanlarını inandıramamamız... Bölük Komutanının bize söylediği son şey ne oldu biliyor musunuz “Üst her zaman haklıdır. Siz isterseniz 10 kişi olun, isterseniz 20 kişi olun.”

ZAMAN GEÇTİKCE FARK EDİYORSUNUZ

Zaman geçtikçe artık bazı şeylerin farkına varıyorsunuz. Önceden 10 dikkat ediyorsanız kendinize artık 1000 dikkat ediyorsunuz. Kıyafetinize, yatağınıza, dolabınıza, etrafınızdaki insanlara... Çünkü herhangi bir hatanızın (Size göre kurallar dahilinde olsa bile) geri dönüşü haftasonu okulda kalmanız ve disiplin puanınızın kırılması. Üzerine titrediğiniz o üniformayı karşınızdaki insan öyle bir inceliyor ki siz rahatsız oluyorsunuz. Bu sırada yakın arkadaşlarımın gördükleri muamelelere bizzat şahit oluyorum. Şaşkınlık içerisinde sadece izliyoruz yaşanan olayları. Elimizden bir şey gelmiyor. Aldığımız cezaya itiraz etsek, nafile.

Harp okulunun başında yaşadığım olayın benzerini tekrar yaşıyorum. Aynı suçu işlediğimiz bir arkadaşım var. Ben savunma alıyorum, o almıyor. Alsın illa diye can da atmıyorum. Gidip ceza alması için en ufak bir girişimde dahi bulunmuyorum. Çünkü bu düzene inat içimizde vatansever ve mesleğine bağlılığına kati suretle güvendiğim arkadaşların mezun olmalarını istiyorum. Ama yaşadığım bu olaylardan artık bu okulda istenmediğim düşüncesine varıyorum. 4. Sınıfa başlıyorum. 66 disiplin puanım var. Önümde mezun olmak için sabretmem gereken 11 ay var. 11 ayın sonunda o şanlı üniformayı giyerek omuzlarımda teğmen rütbesiyle mezun olmanın, ailemi gururlandırmanın hayalini kuruyorum. Lakin 3.sınıfta yaşanan olaylar farklı ama bana etkileri aynı olacak şekilde devam ediyor. Subaylar işlem yapmak için hata yapmanı bekliyorlar ve bir hatanı bulduklarında o hatanın üstüne saçın uzun, favorin uzun, pantolonun ütüsüz vs. diyerek işlem yapıyor. Ayrıca puan kırıyorlar. Saçın uzun diye seni uyarıyor ve sen berbere gidiyorsun fakat berber sana “Ben bu saçın neresini keseyim daha, uzun değil ki!” diyor.

Sabrediyorum. Daha dikkat ediyorum her şeyime. Nöbetlerime, kıyafetime, tıraşıma, derslerime...

FAKAT YENİ BİR OLAY DAHA…

Cuma günü yatakhane nöbetçisiydim. Yatakhane nöbet jurnalini cuma günleri nöbetçi olan kişi nöbeti sırasında Tabur Komutanına imzalatmak zorunda. Bana emredileni yapmak için cuma günü sabah 8.30-9.00 sularında yatakhaneden alt kata inerek (subayların odası alt katta)  jurnali imzalatmaya gidiyorum. Bir  bölük komutanıyla beraber gitmek zorundayız her defasında tabut komutanının odasına. Tek başımıza gidemiyoruz. O yüzden bölük komutanıma bakıyorum durumu anlatmak için. Fakat benden sorumlu olan bölük komutanım okulda değil. Diğer bölük komutanı yüzbaşıya durumu anlatarak jurnali Tabur Komutanına imzaltmam gerektiğini söylüyorum. Onunla beraber gidiyoruz odasına bakmaya. Kapıyı çalıyor ama içeride değil. “Tabur komutanı daha makamına teşrif etmemiş.” diyor bana. “Sen bir, bir buçuk saat sonra bir daha gel.” diyor. Dediği gibi yapıyorum, nöbet mahalime dönüyorum aradan bir, bir buçuk saat geçtikten sonra tekrar gidiyorum tabur komutanına imzalatmaya. Fakat yine yok odasında. Öğleden önce son defa gidiyorum, yine beraber gidiyoruz bölük komutanı ile odasına fakat yine yok tabur komutanı. Öğleden sonra oluyor toplamda 4.defa gidiyorum yine yok. 5. defa gidiyorum mesai saati bitmeden önce fakat yine yok. 5.defa imzalatmak için gittiğimde Bölük Komutanına, kendisine bugün 5.gelişim olmasına rağmen Tabur Komutanını makamında bulamadığımızı arz edip, ne yapmam gerektiğini ve kendisinin imzalayıp imzalayamayacağını soruyorum. Bölük komutanı bana kendisinin yetkili olmadığını ve imzalayamayacağını belirtiyor. Fakat ben bugün imzalatmam gerektiği üzerinde ısrar edince, kabul ediyor. Beraber Tabur Komutanının odasına gidiyoruz ve Tabur Komutanının kaşesini basarak üzerine Tabur Komutanının imzasını taklit ederek jurnalin geçen haftaki cuma gününü imzalıyor. Lakin jurnal Tabur Komutanına cuma gününden cuma gününe imzalatıldığı için daha imzalanması gereken 6 sayfa (gün) var. Ben onları işaret edip gösterdiğimde bana ilk söylediğindeki gibi kendisinin yetkili olmadığını belirtiyor ve mesai saati bitiyor. Cumartesi pazar zaten mesai yok. Pazartesi günü oluyor. Kendi bölük komutanım öğlene kadar yine okulda yok. Benim aklımda jurnali imzalatmam gerektiği var hep. Derslerime girip çıkıyorum ama 10 dakika olan ders aralarında koşa koşa yatakhaneye gidiyorum, o günkü nöbetçi öğrenciden jurnali alıyorum, bölük komutanının odasına gidip durumu anlatıyorum ve beraber yine tabur komutanının odasına gidiyoruz. Fakat yine yok. Koşa koşa üst kata gidiyorum jurnali bırakıyorum ve yine koşa koşa derse yetişmeye çalışıyorum. Çünkü derse geç kalırsam savunma alacağımı biliyorum. Sonraki derse yetişiyorum. Ders bitiyor ben bir sonraki derse kadar yine koşa koşa gidiyorum bakıyorum yine yok geri sınıfa geliyorum. Öğlen oluyor. Pazartesi günü 3.defa toplamda 8.defa odasına gidiyorum. Gittiğimde Tabur Komutanı odasında. İçeri giriyorum ve kendimi tanıtıyorum. Cuma günü yatakhane nöbetçisi olduğumu fakat gelip kendisini bulamayıp imzalatamadığımı, jurnali imzalatmak benim sorumluluğumda olduğu için bugun de kendisine imzaltmaya geldiğimi belirtiyorum. Tabur Komutanı bana bakıyor ve bu kadar uğraştığımı bile umursamayarak “Sen mi tabur komutanısın ben mi tabur komutanıyım eğer odamda değilsem okulun içinde bir yerdeyim beni arayıp bulacaksın imzalatacaksın” diyor. Ben “Komutanım..” diye başlıyorum kendimi ifade etmeye çalışıyorum fakat sözlerime devam edemiyorum. Devam edebilsem, benim ana görevimin orada nöbet tutmak olduğunu ve jurnal imzalatma olayının ekstra bir görev olduğunu belirteceğim. Kendisini okulun içinde belki 1-2 saat sonunda arayıp bulduğumda bana sormayacak mı acaba sen buradasın da orada kim nöbet tutuyor? Bu davranışım nöbet talimatlarına aykırı olmayacak mı? Ama konuşamıyorum, kendimi savunacak söz hakkı alamıyorum. “Ben sözümü bitirdim mi, benim sözümü kesme!” diye uyarıyor beni. Daha sonra beni daha da dikkatli incelemeye başlıyor. Bana “Senin favorilerin neden uzun?” diye soruyor. Ona uzun olmadığını belirtiyorum. Çünkü kendimden eminim. Çünkü kendime dikkat ediyorum ve daha cuma günü tıraş oldum. Tıraş olurken de ayrıca belirttim berbere favori çizgisinin nizami olması gerektiğini. 3-4 gün içerisinde karşısına çıktığım ilk subay da değildi benim için. Cumadan beri de kimseden uyarı almadım. Bu arada bahsettiğim gibi öğlen sularında oluyor bu olay. Madem uzunsa beni öğlene kadar neden kimse uyarmadı? Öğlene kadar 3 kere bölük komutanına göründüm onunla beraber gittik her defasında tabur komutanının odasına. Sabrım tükeniyor... “Uzun.” diyor. “Uzun değil.” diyorum. “Ben yalan mı söylüyorum!” deyince bir şey diyemiyorum. Bölük komutanını çağırıyor odasına ve “Bu arkadaşa favorisi uzun olmak ve jurnali zamanında imzalatmamaktan işlem yapalım.” diyor. Hemen sonrasında bana bakıp “Hadi beni bulamadın neden Bölük Komutanına imzalatmadın?” diye soruyor. Tam kendimi savunacağım o kadar uğraştığımı belirteceğim “Komutanım bölük komutanı...” diyorum ama devam edemiyorum. Tabur komutanı yine kesiyor sözümü. Sözcükler boğazımda düğümleniyor. Resmen savunmama izin verilmiyor. İnanın ellerimin içi titriyor. O kelimeleri ifade edip kendimi savunamıyorum ya boğazıma bir öküz oturuyor sanki. Devam edebilsem “Bölük komutanına kaç defa geldim imzalatmak için, kendisine de sordum imzalayabilir misiniz diye ama kendisini yetkili görmedi” diyeceğim. “Ne bölük komutanı ya hala neyi savunmaya çalışıyorsun bana!” diyor. Ben bölük komutanının gözlerinin içine bakıyorum belki beni savunur, cuma günü 5 defa geldi sizi bulamadı bana imzalatmak istedi fakat ben kendimi yetkili görmediğim için imzalamadım der diye, lakin tek söylediği tabur komutanının verdiği işlem yapalım talimatı için “Emredersiniz komutanım.” oldu.

Odasından çıktım. Kendimde değilim. Hem de hiç kendimde değilim. Belki hiç uğraşmasaydım bu kadar koymayacaktı bana. Gidip yine aynı savunmayı alırdım diye düşünüyorum, imzalatmaya bu kadar uğraşmasaydım. Görüyorum ki hiçbir değeri yok zaten verilen uğraşın. Ben hedefim. Ve odadan çıktığımda neler oluyor biliyor musunuz, ben olanlara daha çok şaşırıyorum daha çok kahroluyorum... Tabur komutanının odası başka bir bölük komutanı ile karşı karşıya (Tabur komutanının altında çalışan 4 tane bölük komutanı var) . O bölük komutanı halimi görüyor. Çünkü paramparçayım. Ellerim, vücudum titriyor. Sinirimden ne yapacağımı bilemiyor bir haldeyim. Beni görüyor ve odasına çağırıyor. Bir sandalyeye oturmamı istiyor, kapıyı arkamdan kapatıyor. Kötü bir niyeti yok, hiçbir kötü niyetini de görmedim zaten şu ana kadar. Neler olduğunu soruyor bana. Konuşamıyorum, ilk başta sinirimden ağlıyorum. Biraz yatışınca anlatıyorum durumu, dinliyor. Cuma günü kaç defa geldiğimi biliyor, o da gördü çünkü tam karşısında odası dediğim gibi. Bana dediği tek bir cümleyi hatırlıyorum sadece ve bu cümle kendi kendime artık bu okulda günlerin sayılı murat dememe neden oluyor. “Kaç haftadır her cuma aynı şey oluyor. Tabur komutanı çok yoğun, odasında çoğu zaman yok, odasına gelen arkadaşlar bulamıyorlar dolayısıyla. Tabur komutanı bayadır şikayetçiydi bu arkadaşların kendisini bulamamasından. Neden bana getirip imzalatmıyorlar diyordu hep. Bu olay birine patlayacaktı o da sen oldun sanırım.” diyor.

BEN YİNE PARAMPARÇAYIM. SABREDEMİYORUM ARTIK! NEDEN BEN!

Öğleden sonra oluyor... Kendi bölük komutanım gelmiş. Beni odasına çağırmış, gidiyorum. Sanırım yaşanan olaylardan dolayı savunma kağıtlarını verecek diye düşünüyorum. Tahmin ettiğim gibi de oluyor. Masasında jurnali zamanında imzalatmamak ve favorisi uzun olmaktan 2 adet savunma var. Bana niye favorin uzun diye soruyor. Uzun değil diyorum kendisine. Dön bakalım diyor dönüp gösteriyorum. “Tabur komutanı buna uzun mu dedi?”  diye soruyor. Çünkü garipsiyor, çünkü şaşırıyor. Çünkü uzun değil! “Evet” diyorum. “Tamam.” diyor. Savunmaları veriyor.

Savunmalarımı doldurmak için birkaç günüm var. Bu birkaç gün içinde benim imzalatmak için götürdüğüm fakat kendisini yetkili görmeyen ama bir sayfasına Tabur Komutanının imzasını taklit ederek atan Bölük Komutanı sanırım kendisinin bir sayfaya imza attığını Tabur Komutanına belirtiyor. Çünkü o birkaç günden birinde Tabur Komutanı ile karşı karşıya geldiğimde bana Bölük Komutanının imzasından haberi olduğunu, bunu savunmamda belirtmemin benim için avantaj sağlamayacağını, belirtmesem daha iyi olacağını söyleyerek ikaz ediyor. Savunmamı dolduruyorum. Sonuç olarak hiç uğraşmamışım gibi cezamı alıp oturuyorum.

Yaşanan olaylar sonucunda 32 puanım kalıyor. Henüz her şey bitmiş değil diye kendimi inandırmaya çalışıyorum. Ama oturup düşünüyorum... 4.sınıfa 66 puanla başladım, bu kadar kendime dikkat edip, bu kadar uğraştığım halde 2 ayda 34 puanım gitti, 32 puanım kaldı diyorum. Daha önümde 9 ay var diyorum 31 ağustosta mezun olmama. Ben ne kadar dikkat etsem de  kontol bende değil ki... Ceza verilmek istendiğinde illa benim hata yapmam gerekmiyor ki... Çok düşünüyorum ayrılıp ayrılmamak konusunda.

AİLEYE BASKI!

Kafamda bir hesap yapıyorum devam etsem neler olur diye. Bitirebilmemin ihtimali yüz üzerinden kaç diye. Ama ya bitiremeyip şubat mart gibi ayrılmak zorunda kalırsam? O zaman ygs- lys başvuru süreci de geçmiş olacak diyorum. Bir sene daha kaybedeceğim diyorum. Bu sırada ailem aranıyor tabur komutanı tarafından. Oğlunuzu okuldan alın, yoksa biz atarsak siciline onur kırıcı kötü şeyler yazarız, en iyisi siz oğlunuzu okuldan alın diyerek de eklemeyi ihmal etmiyor. Kendimi geçtim onlara da baskı yapılıyor!

04.12.2013 tarihinde Harp okulu son senemde 7 senelik emeklerimi bir kenara bırakarak istifa ediyorum. Dayanamıyorum artık, sabredemiyorum... O sene yüzüme karşı bağırmaktan başka bir şey yapmayan tabur komutanı yüzüme gülmeye başlıyor. Beni motive etmeye sivil hayata alıştırmaya çalışıyor, istifamı verdiğim okuldan gideceğim gün. Dışarda bir sürü arkadaşım var başarılı olan, sen de yaparsın benim sana inancım tam diyor dalga geçer gibi. Beni de okulun çıkışına kadar arabayla bırakmak istediğini de teklif etmekten kaçınmıyor.

Eve geliyorum, evde bir hüzün...Tazminat belli olmuş durumda 56 bin lira. Nasıl ödeyeceğiz telaşı... Ev hanımı olan annem artık ev işlerine temizliğe gitmeye başlıyor. Ben bir yandan dershaneye başlıyorum aralık ayının sonlarına doğru. Ki ancak kendimi toparlayabiliyorum. (aslında herkese öyle söylüyorum...) Ailem, akrabalarım soruyor neler oldu diye. Kimseye ilk başlarda tam olarak anlatamıyorum orada bize yapılan muameleleri. Cevap versem de dinlenmiyorum. “Dayanamadı” “Az daha sabredememiş mi?” “Son senesinde ayrılmış gelmiş onda akıl yok mu?” “Her söylenene tamam deseydin, biraz eyvallah deseydin” “Biraz daha dikkat etseydin be olum” diyorlar bana. Çünkü dedim ya sahip çıkılmadık adam akıllı diye! Ailem sağolsun Allah onları başımdan eksik etmesin. Bu süreci en iyi şekilde atlatmamı sağladılar.

Dershaneye başladıktan 3 ay sonra martta ygsye 6 ay sonra haziranda da lysye giriyorum. Sonucunda İstanbul Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünü kazanıyorum. Sınavları bitirdikten hemen sonra kredi kartımla kendime bir takım elbise alıyorum 3-4 taksitte ödeyecek şekilde. Aklımda aileme yük olmamak var ve ayrıldığımdan beri tek kuruş istemeye her zaman utanıyorum... Günlük işlere başlıyorum ve bir yandan deniz harp okulundayken aldığım endüstri mühendisliği derslerinden muaf olarak istanbul üniversitesine başlıyorum.

2 sene sonunda geçen ay mezun oldum istanbul üniversitesinden. Ama yaşananlar hiç de kolay olmadı. Ayrılıp geldiğim gün ve dershaneye başladığım gün arasındaki neredeyse 1 aylık zamanda her gün başımdan geçenleri tekrar tekrar rüyalarımda gördüm. Geceleri rüyamda gördüm, gündüzleri kendim oturdum düşündüm şimdi ben napıcam diye? Ailemi düşündüm ne duruma soktum diye. Üniversiteye başlayacak kız kardeşimi düşündüm bu kadar borç varken nasıl olacak onun hali diye. Düşünün bir de ailelerin yerine kendinizi koyun 7 sene oğlunuza emek verdiniz onunla birlikte ve eve geliyor ne bir işi var ne de bir diploması var. Bir de sırtında 56 bin lira borç getiriyor size!

BİZ BÖYLE GÖRMEDİK! BİZ BÖYLE ÖĞRENMEDİK!

15 Temmuz 2016 günü yaşananlara akıl erdiremedim. Biz böyle görmedik, biz böyle öğrenmedik. Türk askeri kendi vatandaşına, kardeşine silah doğrultmaz! Kendi halkını vurmaz! Aynı gün deniz harp okulu komutanı da alıkonuldu. Alıkoyanlardan birisi kim biliyor musunuz, bu bahsettiğim tabur komutanı ve dün açıklanan deniz kuvvetlerinden ihraç edilenler listesinde onun da ismi var. Yaşadığım duyguları tarif edemem. Bana ayrıldığım zamanlarda “Az biraz eyvallah deseydin, tamam deseydin” diyen bir abimle paylaştım tabur komutanının olayını ve bana dediği şey “Biz bilemedik o zamanlar durumun bu kadar ciddi olduğunu” oldu.

Başta söylediğim gibi, ben bunların çoğunu okuldan ayrılırken de ifade edip belirttim. Bunu tekrar söylemek istiyorum. Çünkü bize neden şu anda konuşuyorsunuz niye o zaman sustunuz diyenler var.

Bizler idaellerimizden mağdur edilen askeri öğrenciler olarak, iade-i itibar istiyoruz. Haklarımızın geri verilmesini istiyoruz.

Sözlerimi Ufuk kardeşimden bir alıntı ile bitirmek istiyorum;

“Sonuç olarak belirtmek isterim ki, ben ve benim gibi mobbingle, psikolojik baskıyla, yıldırma politikalarıyla ayrılan birçok arkadaşım var. En önemlisi de hepimizin bilincinde olduğu bir gerçek var:

Vatan savunması yapmak için üniformaya ihtiyacımız yok. Yeter ki kalbimizde ve zihnimizde olsun..."

YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haberlerin tüm hakları AjansHaber’e aittir. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. AjansHaber tarafından üretilen haberlerin kaynak gösterilmeden kullanılması, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 36 ve 37. maddesine aykırıdır ve suç teşkil etmektedir. Ayrıca internet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ile ilgili olarak 4 Mayıs 2007 tarihinde kabul edilen 5651 sayılı internet yasasına göre de bu durum cezai işlem gerektirmektedir.

Yorumlar