Dünya kaç bucaktır

Kavga ve kan dökme insanlık tarihi kadar eskidir.

İnsanlık tarihi boyunca birbiriyle, toprak, su, petrol ve güç için savaşan insanoğlu, düzeni sağlamak için çareyi tüm devletlerin üstünde bir teşkilat kurmakta bulmuştur.

Bu amaçla; ABD, Çin, Fransa, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Türkiye gibi 51 ülke anlaşarak 1945 yılında Birleşmiş Milletler Teşkilatını kurdular.

Daha önce 1. Dünya Savaşı sonrası kurulan Milletler Cemiyeti’nin 2. Dünya Savaşı ile ortadan kalkması sonucu zamanın konjonktürüne uygun olarak Birleşmiş Milletler kuruldu ve halen 191 ülke buraya üye durumunda.

Peki, Birleşmiş Milletler’in amacı nedir? Ne işe yarar? Birçok alengirli laflar etmeye gerek yok en büyük hedef, uluslararası barış ve güvenliği korumaktır.

Peki ilke olarak tüm üyelerinin eşit egemenliğine dayandığı BM, bu hedefe ulaşabilmiş midir?

BM, kuruluş felsefesinde varolan barış, insan hakları gibi ideallere dayanan politikalar ile gerçek politikalar arasındaki uçurum sonucu günümüzdeki kaçınılmaz pozisyonuna gerilemiştir. Yani söylem başka eylem başka olmuştur.

Bütün dünyayı kapsayan en evrensel yapılanma olan BM, maalesef tüm insanlığın değil daimi 5 üyenin ve zengin devletlerin menfaatlerinin savunucusu olan bir örgüt olmaktan daha öteye gidememiştir.

Tarihi iyi okumadan ve gerçek hakikati idrak etmeden dünyada barış ve düzenin yerleşebileceğini sanan çaresiz devletler yıllardır yapılanlar, uygulanan taraflı politikalar nedeniyle artık BM’ye kuşkuyla bakmaktadır.

Kongo, Sudan, Kosova, Somali, Bosna, Srebrenica, Doğu Türkistan, Myanmar, Lübnan, Mısır, Suriye, Filistin vb. listeyi istersek daha da uzatabiliriz. Bu devletler için BM artık hiçbir şey ifade etmemektedir.

Bu Ramazan günü çok gerilere listeyi uzatmaya gerek yok. Gazze’de, Suriye’de binlerce insan, kadın, çocuk demeden kimyasal silahlarla hunharca katlediliyor. Hastaneler, okullar, camiler bombalanıyor, vakum bombaları fosfor bombaları kullanılıyor. BM’den herhangi bir eylem çıkmamaktadır.

Her katliamdan sonra BM Güvenlik Konseyi toplanıyor hep aynı açıklama… “Kaygıyla izliyoruz”, “Endişeliyiz” “Kınıyoruz”… Bazen çok zorda kalınırsa “Şiddetle kınıyoruz” o kadar. Bazen o 5 devletten birisi izin vermediği için kınamayı bile yapamıyor. Tarafları daha sakin olmaya davet ediyor geçiyor. Sanki hazır bir metin var, sadece yer isimleri değiştiriliyor sonra yayınlanıyor.

-Ne yapalım Sayın Başkanım?

-Oğlum son bildiride yazan Gazze ismini çıkarıp yerine Halep yazın yayınlayın gitsin.

Aynen bu işte BM’deki son durum.. Herşey ucuz bir tiyatrodan ibaret. Ekranlarda el sıkışmalar, yüksek perdeden, bol bol demokrasi insan hakları kelimeleri serpiştirilmiş boş boş konuşmalar..

Dünyanın hemen hemen her bölgesinde 9000 işçiden ve milyarlarca dolar bütçeden oluşan bir BM siyasi anlamda bir mevta olma yolunda hızla ilerlemektedir.

Bugüne kadar insanlık için defalarca ölmüş olan BM düzeni, ilk olarak Bosna’daki BM Barış Gücünün aldıkları emir doğrultusunda Srebrenica’yı boşaltması ile güven kaybetmiştir. 25 bin mülteciyi Sırplara teslim ederek II. Dünya Savaşı’ından sonra insanlığa yapılan en büyük suç olarak tarihe geçen bir haftalık katliamı engelleyemeyen hatta sebep olan BM, artık bize ne anlatabilir ne söyleyebilir.

Ruvanda ‘da ki soykırımı inkar eden BM görevini, Çin’in Doğu Türkistan’daki Türklere yaptığı soykırımda, Myanmar Arakan’da Müslümanlara yapılan soykırımın en acılı zamanlarında bile yerine getiremedi.

Kadirov daha Putin’e biat etmemişken, 1994’te ve 1999’da 5 daimi üyeden biri olan Rusya’nın Çeçenistan’a yaptığı saldırılar Birleşmiş Milletlerin gündemine dahi girmemiştir.

2003’te ABD, Güvenlik Konseyinin onayını almadan Irak’ı işgal ederken ıslık çalan ve hiç bir karar alamayan BM bu tavrıyla; Japonya’nın 1931 yılında Mançurya’yı işgal ederken sessiz kalan Milletler Cemiyeti konumuna düşmüştür.

Hadi bunlar geride kaldı unutuldu gitti, ya şimdi gözlerimizin önünde seyreden, Suriye’deki dram için BM ne yapmaktadır.

Uzatmaya gerek yok, kocaman bir hiç…

Kuruluşundan bugüne geçen 70 yıllık süreçte bu kuruluşun performansına baktığımızda başarısızlıklarla da dolu bir geçmiş görürüz.

BM’yi etkisiz bırakan özelliklerinden en önemlisi veto konusu…

BM'nin üst örgütü olan Güvenlik Konseyi içinde yer alan, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Fransa Cumhuriyeti ve İngiltere’nin veto hakkı vardır.

Bir daimi üyenin vetosu, bütün üyelerin iradelerinin üzerindedir. Bu yüzden BM'nin bir karar alıp uygulaması neredeyse imkansız gibidir. Bir tarafta ABD, İngiltere ve Fransa diğer tarafta Çin ve Rusya birbirlerinin durmadan veto etmektedirler. Rusya ve Çin'in veto hakkından şikâyetçi olan ABD, bugüne kadar 42 defa BM kararlarını veto etmiştir.

Alınan bu veto kararlarının çoğu İsrail'in Filistinlilere karşı uyguladığı insanlık dışı şiddetin kınanması üzerinedir ABD’nin 1990’lı yıllardan itibaren yaptığı 14 vetonun 13’ü İsrail’e karşı olan kararlardır. Hatırlarsınız son kez 130 ülkenin imzaladığı bir kararı da ABD veto ederek durdurmuştu.

Bu veto hakkı neye göre verilmektedir. Nüfus desek İngiltere ve Fransa’ya göre nüfusu daha çok olan Hindistan niye alınmamaktadır. Ekonomik güç desek, Sovyetler Birliği zamanındaki eski gücünü kaybeden Rusya niye vardır, Almanya ve Japonya niye yoktur. Dinlere göre desek hiçbir Müslüman ülke niye yoktur?

Sonuç olarak hiçbir yaraya çare olamayan, büyük devletlerin kendi çıkarları için yaptıkları uygulamalara kılıf hazırlayan BM bu yapısıyla tarihin çöplüğünde yer almaktan kaçamayacaktır.

Bu durum sona erdirilmek ve diğer devletlerin güveni kazanılmak isteniyorsa Güvenlik Konseyinin daimi üye uygulaması sonlandırılmalıdır. Üye sayısında genişlemeye gitmelidir.

Cumhurbaşkanımızın her fırsatta dillendirdiği gibi “dünya beşten büyüktür”.

Bu şekilde barış için daha çok ve çeşitli profillere sahip ülke daha güçlü ve verimli şekilde görev alacaklardır. Dünya üzerinde sorunlara daha hızlı ve etkili çözümler bulunabilecektir.  

Özetle ağzımızdaki baklayı çıkarmak gerekirse, bölgesinde hem dini hem de milli olarak birçok devlet ile yakın ilişkisi bulunan Türkiye’ye BM’de daha aktif ve icraata yönelik görev ve yetkiler verilmelidir.

Nüfus ve coğrafya olarak çok büyük rakamlara sahip İslam coğrafyası BM içinde daha yüksek seviyede temsil edilmelidir.

Birçok konuda İslam dünyasına ve gelişmekte olan ülkelere örnek teşkil ediyorsak, BM'de de haksızlıklara karşı tutumumuz ile de mazlum milletlerin yılmaz savunucusu olabiliriz.

Tabi yüzyıllardır uzak yakın onlarca devletin çıkarlarının kesiştiği, kör düğüm olduğu, kan ve acının bir an bile durmadığı bu coğrafyada, 3 milyon Suriyeliyi karşılıksız misafir eden, dünyanın en çok yardım yapan dön örü Türkiye’yi kimse söz sahibi yapmak ister mi?

Bırakın sömürgeci, emperyalist, işgalci devletleri, kendisini İslam olarak niteleyen kardeş saydığımız devletler bunu ister mi?

Bu sorunun cevabı basit, her fırsatta, “bu zulüm durmalı, bu adaletsizlik giderilmeli, dünya beşten büyüktür” diyen Cumhurbaşkanına kaç tane devlet çıkıp, Evet “Türkiye haklıdır, biz destek veriyoruz” demiştir.

İçeride, “isterse Türkiye batsın, kriz çıksın, terör azsın, ülke bölünsün ama Erdoğan gitsin yeter ki” diyenler olduğu gibi dışarıda da “biz ezilmeye, sömürülmeye razıyız, yeter ki Türkiye lider ülke olarak güçlenmesin” diyen bir takım çevreler mevcuttur.

Sonuç olarak ortada somut bir adaletsizlik ve eşitsizlik sorunu vardır. Bu sorun ya düzelecek ya da Erdoğan’ın verdiği iftarda büyükelçilerin gözüne baka baka söylediği gibi herkes kendi problemini kendisi çözecektir.

Dünya üzerinde, din temelli, ırk temelli kamplaşmalar yaşanacaktır. Sorunlar mazlum milletleri ister istemez bir araya getirecektir. Ezilen ve sömürülen halklar bu durumdan kurtulmak için önce üst akılın oyuncağı yöneticilerini, sonra da onlara bu zulmü reva görenleri topraklarından söküp atacaklardır.

O zaman Erdoğan’a “dünya beşten büyüktür” dedi diye kızanlar, dünyanın kaçtan büyük olduğunu anlayıp kaçacak delik arayacaklardır.

YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haberlerin tüm hakları AjansHaber’e aittir. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. AjansHaber tarafından üretilen haberlerin kaynak gösterilmeden kullanılması, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 36 ve 37. maddesine aykırıdır ve suç teşkil etmektedir. Ayrıca internet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ile ilgili olarak 4 Mayıs 2007 tarihinde kabul edilen 5651 sayılı internet yasasına göre de bu durum cezai işlem gerektirmektedir.

 

Yorumlar