ABD'nin çılgınlığında bir yöntem yok

Doğu Akdeniz'deki ABD politikalarında da en ufak bir akıl sağlığı emaresi veya yöntem namına bir şey görünmüyor. ABD'nin son dört yıldır Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgeyle ilgili çözülmekte olan politikası iyice dengesiz bir hal aldı.

ABD'nin Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgeyle ilgili dış politikası, son zamanlarda akla tekrar tekrar Francis Ford Coppola'nın ‘Apocalypse Now’ filmini getiriyor. Joseph Conrad'ın 'Karanlığın Yüreği' isimli kitabını yeniden yorumlamak amacıyla çekilen Coppola'nın filmi, emperyalizm, iktidar ve insan uygarlığının itici güçlerinin çok derinlemesine bir incelemesi. Vietnam savaşında geçen filmin ana karakteri Yüzbaşı Willard, amirleri tarafından, kendisini Kamboçya'nın iç bölgelerindeki ormanlarda yaşayan bir kabilenin reisi ilan eden Albay Kurtz'un hakimiyetini 'sonlandırmak' üzere gönderilir.

Kurtz ve Willard arasındaki konuşmalardan birinde şöyle meşhur bir diyalog geçer: "Sana benimle ilgili ne anlattılar?"

"Sizin tamamen aklınızı kaçırdığınızı söylediler. Ve... şey... bir de kullandığınız yöntemlerin sakat olduğunu."

"Yöntemlerim sakatmış, öyle mi?"

"Ben yöntem-möntem göremiyorum, efendim."

Doğu Akdeniz'deki ABD politikalarında da en ufak bir akıl sağlığı emaresi veya yöntem namına bir şey görünmüyor. John Kerry'nin dış işleri bakanı olarak görev yaptığı dönemde ABD, Suriye rejimi, Tahran veya Rusya'ya karşı güçlü bir duruş sergilemekten kaçındı, ki bu güçlerin sicilinde Suriye'de altı yıldır süren şiddet ve Ukrayna'daki keşmekeş vardı. ABD, Mısır ordusunu halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanını devirmekten vazgeçirmek için herhangi bir adım atmadı; yüzlerce Mısırlı sivilin katledilmesiyle gerçekleştirilen darbeden sonra, Obama yönetimi Mısırlı subaylara hafif bir azar çekmekle yetindi. Fethullah Gülen'in taraftarları, büyük ihtimalle Mısır örneğinden cesaret bularak, aynısını Türkiye'de denediğinde, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın Ankara'ya gelip kaybedilen canlar ve darbe almış demokrasi için geç kalmış üzüntüsünü ifade etmesi için üç hafta geçmesi gerekti.

Donald Trump'ın ABD başkanı olarak seçilmesiyle, bazıları bir şeylerin değişeceğini beklese de o umutlar çoktan söndü. Başkan Trump'ın son derece kısa bir dikkat aralığı var ve politika oluşturmanın çetrefilli süreçlerine de vakıf olmadığını şimdiye dek her fırsatta göstermiş bulunuyor. Makro ölçekteki dış politikalar konusunda Dışişleri Bakanlığı ve ABD'nin Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Nikki Haley aynı görüşleri dahi paylaşmıyorlar. Ama her ikisi de Başkan Trump'ın münasebetsiz bir ‘tweet’iyle anlık kaoslara sürüklenebiliyor.

Böylelikle, ABD'nin son dört yıldır Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgeyle ilgili çözülmekte olan politikası iyice dengesiz bir hal aldı. Söylem düzeyinde arada bir gösterilen coşkunluk hali ve fırlatılan birkaç düzine Tomahawk füzesi dışında kati hiçbir politika değişikliği meydana gelmedi. Bunun bir sebebi, genellikle ABD dış politikasının ana oyuncusu olan Dışişleri Bakanlığının, 'idari devletin' sonunu ilan eden ideolojik lideri Washington'a palas pandıras oturan yönetim tarafından kösteklenmesi. John Kerry zamanındaki ABD'nin Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgeyle ilgili dış politikası yanlış yönlendirilmiş olsa da, en azından Kerry'nin yaptığı hatalarda olsun bir tutarlılık vardı. ABD politikasının Türkiye'nin sınırları civarında her gün attığı adımlar artık iyice ipe sapa gelmez bir hal aldı.

Daha da kötüsü, Dışişleri Bakanlığı'nın etkisiz eleman haline gelmiş olmasından ve Trump'ın askeri güce olan hayranlığından, Pentagon Irak ve Suriye'de tamamen kendi başına buyruk bırakılmış durumda. Örneğin, geçen Perşembe günü Atlantik Konseyi İstanbul Zirvesinde konuşan ABD'nin Türkiye Büyükelçisi John Bass ilginç yorumlar yaptı. Bass, ABD'nin güçlü, başarılı bir Türkiye görmek istediğini ve Türkiye ile Amerika'nın "farklılıklarla başa çıkarak" ve" beraber çalışıp aynı yöne doğru gitmeye gayret ederek" ortak hedeflere ulaşma arzusunu dile getirdi.

Ancak Büyükelçi Bass'ın bu açıklamalarından sadece 24 saat önce ABD askeri yetkililerinin, PKK/PYD'nin Türk hava saldırılarında zarar gören Sincar'daki operasyon üslerini, hem de tanınan PKK/PYD militanları eşliğinde gezerken çekilmiş fotoğrafları sosyal medyada ortaya çıktı. ABD Merkez Komutanlığı, Türk saldırılarından "rahatsız" olduğunu ‘tweet’ledi. DEAŞ karşıtı koalisyonunun sözcüsü Albay John Dorian Türkiye'nin "koalisyonla uygun bir koordinasyon olmadan" hareket ettiğinden şikayet etti. ABD Dışişleri Bakanlığı da saldırılar konusunda kendisini "çok endişeli" ve "derin endişe içinde" olarak nitelendirmeyi seçti.

Kısacası, geçtiğimiz hafta ABD-Türkiye ilişkilerinde şöyle bir sahne vardı: Türk ordusu NATO'da müttefiki olan ABD'ye, her iki ülkenin hükümeti tarafından da "terörist" olarak nitelenen bir örgüte hava saldırıları gerçekleştireceğini haber verdi. İki ülke tarafından da ortaklaşa terörist ilan edilen bu örgüt, sadece son iki yılda Türk vatandaşları ve güvenlik güçlerinden yüzlerce insanın ölümüne ve binlercesinin de yaralanmasına sebep olmuştu. ABD bu saldırıları kınadı ve daha sonra saldırılardan etkilenen tesisleri bu terörist örgütün temsilcileri eşliğinde incelemek üzere askeri yetkililer gönderdi. Daha sonra ise hayatlarını tehlikeye atan Türk güvenlik güçleri için değil de, terörist ilan edilen örgütün militanları için endişelerini dile getirdi.

Başka bir deyişle ABD, 25 yıldan biraz uzun bir süre önce Amerikan toplumunun başlıca tehdidi olarak kabul edilen bir ideolojiyi savunan şiddet yanlısı bir militan grupla ittifak kurdu ve onu savunmakla meşgul. Aynı örgüt on binlerce Türk vatandaşının ölümüne neden oldu. Ancak ABD liderliği onu Kuzey Irak ve Suriye'de tercih edilen bir ortak olarak görüyor. Bu durumun yaklaşık üç yıldır süregitmesine rağmen, en üst düzey ABD'li askerlerin, bizzat kendi hükümetleri tarafından "terörist" olarak nitelenen bir örgütle işbirliği yaptığını ve onu övdüğünü görmek insana hâlâ çok şaşırtıcı geliyor.

Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'nin hamleleriyle ilgili olarak şaşkınlığını ifade ederken saldırıyı "onaylamamış" olduğunu, ayrıca saldırıların Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin (IKBY) Peşmerge güçlerinde de kayıplara neden olduğunu iddia ederek "Irak'ta yapılan askeri hamleler Irak'ın egemenliğine saygı göstermelidir" dedi. Dışişleri Bakanlığı'nın zikretmeyi ihmal ettiği şey, ABD'nin 2003 tarihli Irak işgalinin de Irak'ın egemenliğinin açık bir ihlali ve bugünkü söz konusu durumun da nihai sebebi olduğuydu.

Diğer yandan IKBY, halkına, Türk hava saldırısının sebebinin terörist olarak nitelenen örgütün bölgedeki varlığı olduğunu ve bu terör örgütünün bütün güçlerini IKBY bölgesinden hemen çekmesi gerektiğini söyledi. IKBY dahi ABD ordusu ve ABD Dışişleri Bakanlığı’na kıyasla PKK'ya karşı daha büyük muhalefet gösteriyor. Sonra da ABD'nin Türkiye büyükelçisi çıkıp ev sahiplerine "birlikte, daha yakın çalışmalıyız" diyor. Büyükelçi Bass, daha önceden sahip olduğu, onun makamındaki bir kişi için tastamam münasebetsizlik arz eden mesajlar ve resimler ‘tweet’leme eğiliminin üstesinden gelmiş olsa da, yaptığı yorumlar hâlâ Shakespeare’in Hamlet'ini akla getiriyor: "Kanaat-i âcizanem, sefir hazretlerinin hadden efzun muhalefet eylediği yönünde." Bakalım "birlikte, daha yakın çalışmalıyız" sözünde duracak mı?

Bütün bu vaziyet hakikaten akla zarar, mantığa da ters. Fakat bu noktada samimi olmalıyım: 'Amerikan dış politikasına ne oldu?' sorusunun cevabı bende yok. Türkiye'nin bulunduğu mahallede ABD'nin sergilediği tavırları yönlendiren mantığı anlamlandırmak için son dört yıldır mücadele veriyorum. Yönetimdeki değişiklik de hiçbir fark yaratmadı. ABD'nin dış siyaset oluşumunu yönlendiren şey, basitçe korku mu, yani "İslam tehdidi" mi? Suriye'deki karışıklığın gerçek kaynağı olan Şam rejimi yerine DEAŞ’a odaklanılması durumuna birazcık olsun temel bir gerekçe bu olurdu. DEAŞ’a karşı verilen mücadelede, 1952 yılında NATO'ya kabul ettirmek için canla başla çalıştığı müttefikinden bir şekilde daha makbul gördüğü PKK'dan güvenilir bir ortak olabilirmiş gibi davranan ABD'nin, artık dördüncü yılına yaklaşmakta olan resmi maskaralığını ancak bu açıklayabilir.

Veya Conrad'ın kitabındaki Londra gibi, Washington da -dünyanın damarlarında dolaşan sıvılar gibi- uzaklardaki başka bir nehirdeki karanlık, şiddet yanlısı ve kafası karışık politikalarına akan suların bağladığı nehirlerden birinin üstüne kurulmuş bir başkenttir. Fakat ABD'nin Mekong nehrinde sebep olduğu felaketler, demek ki bu sefer Fırat'ın kıyısındaki diğer bir maceraya, daha büyük bir siyaset bataklığına girilmesine engel olmaya yetmemiş.

[1999 yılından bu yana İstanbul'da yaşayan Adam McConnel, tarih alanındaki yüksek lisans ve doktora derecelerini de almış olduğu Sabancı Üniversitesi'nde Türk tarihi dersleri vermektedir. 20. yüzyıl Türk tarihi, Türk-Amerikan ilişkileri ve 19.,20. yüzyıl dünya tarihi özel olarak odaklandığı araştırma alanlarıdır]

Yorumlar