1942 Türkiye’sinden yaşam dersleri
Savaş, insanların gündelik yaşamları üzerinde verilebilecek tüm tahribatları en üst düzeye çıkaran bir hal. En basit ve hayati ihtiyaçlarımızı bile karşılayamadığımız bu dönemleri hatırlamak bile istemiyoruz. Fakat bugün sahip olduğumuz olanakları daha iyi anlayabilmek için, o zor dönemlere bir göz
Merve AYYILDIZ
Bir sabah uyandığınızda “acaba bugün kaç ekmek alma hakkım var” diye düşündünüz mü? 1942 Türkiye’sinde savaş nedeniyle, kıtlıkla mücadele veren vatandaşlar; bir gün tam, bir gün yarım, çocuklar ise çeyrek ekmek alabiliyorlardı!
EKMEK BULAMAYANA, PASTA DA YOK!
Günümüzde; geçtiğimiz tüm sokaklarda restoran, pastane, kafe ya da simit evlerine rastlıyoruz. Her çeşit yemeğe, istediğimiz zaman bir telefonla ulaşıp, adresimize getirtebiliyoruz.
Fakat Türkiye, İkinci Dünya Savaşı döneminde kıtlık yaşıyordu. İşte o günlerde, kıtlık sebebiyle pasta yapımı bile yasaklandı. 1942 Türkiye’sinde ekmek bulamayan olduğu için, pasta yapımı yasaklanmıştı.
KARNE İLE EKMEK
O dönemler savaş dönemleri olduğu için ekmek üretimi çok düşmüştü. Herkesin ekmek alabilmesi için bir yöntem bulundu: Ekmek Karnesi! Savaş döneminde, ekmek alabilmek için ekmek karnenizin olması gerekiyordu.
Kıtlık çığ gibi büyürken, büyükşehirlerde ekmek satışları, hükümet tarafından belirlenen fiyat ve miktarda yapılabiliyordu. Herkesin aldığı ekmekler, günlük “ekmek karnelerine” işleniyordu ve bu karneler sadece ekmek için değil, zeytin, şeker gibi ürünlerde de veriliyordu.
FRANSIZ EKMEĞİ YEMEK YASAK!
Günümüzde ekmek israfı konusunda bu kadar rahat olabildiğimiz göz önünde tutulduğunda, o dönem insanların ekmeği karne karşılığı alması ve bunun büyük bir nimet olarak algılanmasını anlamak mümkün olmuyor.
Üstelik o günlerde ekmek; Arpa ağırlıklı, buğday unu miktarı sınırlı, elenmeden, üstün körü yoğurulduğu için, içinden taş, toprak, tahta parçacıkları ve pişmeyip topak halinde kalmış hamurun çıktığı tatsız tuzsuz bir şeydi. Fransız ekmeğinin ise yenmesi yasaklanmıştı!
KITLIK, YENİ YEMEK ALIŞKANLIĞI GETİRDİ
Kıtlık, insanlara yepyeni yeme alışkanlıkları edindirmişti. Örneğin, ekmeği karneyle alan halk, şeker kıtlığı nedeniyle de nişastayı glikoza dönüştürüyor, çayı kuru üzümle içiyordu. Ordunun ihtiyaçlarından dolayı, köylünün büyükbaş hayvanlarına el konulmuştu. Halk, uzun süre dayansın diye ayakkabılarının altına metal koruyucular çakıyordu.
O GÜNLERİ NASIL ANLATTILAR
Metin Toker-“Evlerde ekmek kavgaları, kim daha çok yedi, kim daha az yedi tartışmaları eksik olmazdı. Ağır işçi karneleri sözüm ona kollarıyla çalışanların karınlarını biraz daha iyi doyurmak içindi ama bunlar karaborsada bol bol satılmaktaydı… Halk ile memur iki sınıf halinde birbirinden ayrılmıştı ve devlet, kendi memurunu kısmen koruyabilmenin gayreti içindeydi…”
Kazım Karabekir-“Erenköy‟de ekmek derdi yine müthiş. Öğle vakti hâlâ fırının önü mahşer. Sebebi, un gece yarısından sonra üçte gelmiş. Ekmek de berbat. İçinde her şey var… Herkes işini gücünü bırakıp saatlerce fırının önünde ekmek alacağım diye birbirini eziyor…”
Altan Öymen-“Ekmekçiye gidip ekmek alma görevi bazen bana düşerdi. Herkesin karnesini alıp gider, sıraya girip fişleri verir, ekmekleri alırdım… Evde 6 kişiydik. Ama bizim yarım ekmek hakkımıza karşın kardeşleriminki (iki kardeşi var) çeyrek ekmek olduğu için, toplam hakkımız 2.5 ekmekti… Birkaç ay geçtikten sonra bir ekmeğin gramı 750’den 600’e indirildi. Herkesin hakkı ona göre azaldı. Büsbütün yetmemeye başladı. Ama yapacak bir şey yoktu. Çünkü ülkedeki buğday üretimi azalmıştı. O azalışın nedenlerinden biri kuraklıktı, öteki askere alınıp silahaltında kalan nüfusun artmasıydı.”
AİLE BOYU ELBİSELER
Elbiseler ise yeni alınmış kumaşlardan değil, en yetişkin kişiden alınıp ters düz edilerek, dikile dikile evin en küçük ferdine kadar ulaşan elbiselerdi. Arada ise boyaya yatırılıp renkleri değiştiriliyordu. Çok az kişinin paltosu vardı.
Yorumlar